Korsan'ın Hayaleti
Mini Öykü
Korsan'ın Hayaleti
"Kepçeağızlar, Kuzey Yolcusu Kıtası'nda sıklıkla görülen başıboş bir türdür. Kepçeye benzeyen, büyük ağız yapıları sebebiyle insanlar onları böyle adlandırmıştır. Bir kepçeağız yediği hemen her şeyi kolaylıkla sindirebilir. Kemikli kuyrukları ile destekledikleri arka bacakları kuvvetlidir. Buna karşın ön ayakları varla yok arasında kalmıştır. Genelde yeşil bazense kahverengi deriye sahip olan bu yaratıkların ortalama boyu iki metre kadardır. Ağızları kocaman kafalarının neredeyse tamamını kaplar, gözleri kurbağa gözlerine benzer. Islak çatal dillerinin metrelerce uzadığına tanık olanlar olmuştur. Perdeli ufak kulakları vardır. Gözlerinin biraz üstünde spiral bir anten bulunduran türün ağzı kapalıyken sevimli göründüğü bir gerçektir. Lakin çabuk acıkmaları, sindirimi esnasında ürettikleri yakıcı sıvıların ağızlarından taşması onları diğer tüm türlere karşı önemli bir tehdit unsuruna çevirmiştir."
Noghun yabancı olduğu topraklarda düzen kurmaya çalışırken yerel halk tarafından yazılmış kitapları zamana yayarak okumaya gayret ediyordu. Ne yazık ki okuma hızı olabilecek en düşük seviyelerden birindeydi. Kılıçtepe'deki hayatında tek yaptığı şey avlanmak ve savaşmak olduğundan elindeki tek becerisi bu yönde ilerlemişti. Şimdilerdeyse yeni doğan kızıyla birlikte dört kişiye ulaşarak tamamlanmış olduğunu düşündüğü ailesine bakabilmek adına avcılık ve tarla korumacılığı yapıyordu. Gözü yükseklerde değildi. Karısı Dirith de kalabalıkta görünmek istemiyordu. Bu nedenle ikisi, ihtiyaçları olan kadarını üretip-avlayıp, eksik kalan malzemeleri takas yoluyla alabilmek adına civardaki komşuların işlerini üstleniyordu.
Geçen birkaç yılın ardından Aghran'ın umdukları gibi gelişmediğini görmek her ikisi için de yıkıcı bir deneyim olmuştu. Gerçi bu tamamen beklenmedik bir durum değildi ama umut her zaman olası gelecekten daha iyi bir arkadaştı. Arkadaşları koca gülümsemesiyle vedalaşıp onları terk ettiklerinde gerçek, odanın köşesindeki yerini çoktan almıştı. Uzun süredir kimsenin ellemediği, Aghran'ın kafasını defalarca vurarak kırdığı tahta süpürge kanlı somurtuşuna tozlanarak devam ediyordu. Her ikisinin de ellerini bir kez daha değdirmek istemedikleri gerçeğin üzerine attıkları tomarla çarçapıt onu bir nebze daha tahammül edilebilir bir hale getirmişti.
Dirith'in ufak Aghran'ın deneysel varoluşundan ötürü hissettiği ıstırap bir hayli büyüktü. Laboratuvardan aşırdığı deneysel ilacı kendine enjekte etmiş ve kaderin işine karışarak, belki de hiç doğmaması gereken bir çocuğu doğurmuştu. Üstüne üstük her insan gibi o da bununla yetinmemiş ve kocasının çekirdek aile hayallerini de bahane ederek birkaç yıl sonra ikinci çocuğa hamile kalmayı denemişti. Beklenmedik derecede sorunsuz bir hamilelik yaşamış, nihayetinde Robi'ye hayat vermişti. Aghran'daki "garipliği" fark ettiklerinde Robi çoktan üç aylık olmuştu. Kızlarının da benzer bir gelişim gösterebileceğini düşünerek geçirdikleri geceler, göğüslerine oturan kocaman pişmanlık nedeniyle bitmek bilmeyen ıstıraplara ev sahipliği yapıyordu.
İşte bu ıstırap dolu gecelerden birinde, göğüs kafesine baskı yapan koca götlü pişmanlığı üzerinden fırlatan Dirith, yataktan kalktı. Tavan arasına sakladığı eski dokümanların arasına daldı. Yıllar önce laboratuvardan aşırıp malum yerlerinde sakladığı bu notlar çokça deneysel ilaç tariflerini ve ilaçların olası etkilerini içeriyordu.
Uykusu tarafından terk edilmiş Noghun, tıkırtıyı izleyerek Dirith'i buldu. Onu şeytani olarak nitelendirdikleri notların arasında görünce hayal kırıklığı yaşadı. Hissini bastırıp, Dirith'in yanına oturdu. Onunla konuştu, notlara baktı, derken kendini incelemeye kaptırdı. Birkaç saat süren yoğun bir çalışmanın ardından Dirith etkisi olabileceğini düşündüğü bir tarifi seçti. Yazılı reçete, bir insanın zekâ kapasitesini yükseltmekle ilgiliydi. İlacın içindekiler bir bebek için ölümcül etkiler yaratabilirdi, bu nedenle Robi'yi şimdilik normal gelişimine bıraktılar. Zaten ilaç Aghran'da işe yararsa ileride Robi'ye de kullanabilirlerdi. O anki gerçek sorunları ilacın içeriğinde bulunan maddelerdi. Bitkileri dağlardan, madenleri köylerden bulabilirlerdi ama tüm maddeler arasında en önemlisi olduğu altı çizilerek anlatılan "yenilenme sıvısını" barışçıl bir şekilde ele geçirmek imkansızdı. Sıvı, çeşitli başıboşlardan elde edilebilmekteydi ve etkili olması için hangi başıboş kullanılırsa kullanılsın dokunun canlılığa en yakın durumda olması önerilmekteydi.
Sabahın ilk ışıklarında planları netleşen çiftten Noghun uzanıp dinlenirken, Dirith ona kahvaltı ve yolluk hazırladı. Sessizce yaptıkları kahvaltı sonunda mühimmatını toparlayıp silahlarını kuşanan Noghun güzel karısına, biricik kızına ve anın romantizmine bir gram saygısı olmadan eşyalar üzerinde zıplayıp duran oğluna birer öpücük kondurup yola koyuldu.
Civarda bulunan başıboşlar arasında en kolay ulaşılanı kepçeağızlılardı. Ne şanstır ki bu yaratık türünün dili inanılmaz derecede yüksek bir yenilenme özelliğine sahipti. Noghun yaklaşık bir günlük yolculuğun ardından rast geldiği nehrin kıyısındaki gölgelikte dinlenirken az ilerisinde avlanmakta olan avını gördü. Söz konusu av şu an avcı konumundaydı, upuzun dilini nehre sokmuş, yapışan balıkları çekip ağzına dolduruyordu. Bir avcının en savunmasız zamanı avlandığı zamandı, Noghun bunu köyün büyüklerinden öğrenip sıklıkla tecrübe etmişti. Aslında yaratığın arkasına geçip sırtındaki kocaman kılıçla onu bir darbede alabilirdi ama amacı zarar vermeden saf dışı bırakmaktı. Bu nedenle avına sessizce yaklaştı. Adımlarını olabildiğince dikkatle attı ve gülle başlı topuzunu bir tur döndürüp hızdan güç alarak yaratığın kafatasının tam tepesine indirdi. Acı içinde çığlık atan yaratık balıkları bırakıp geri dönmeye çalışırken yeni darbeler art arda geldi. Yere düşüp kendinden geçen yaratık ölümü beklerken Noghun onu yanında getirdiği halatlarla sıkıca bağladı. Gözü bir anlığına rahatsız edici bir gerçekliğe takıldı; balıklar az önce lime lime edilmiş arkadaşlarından arta kalan parçaları yiyorlardı.
Noghun'un sinir sistemi tümüyle zarar görmüş kepçeağızlıyı sürükleyerek eve dönmesi üç gün kadar sürdü. Zira yaratık çok ama çok ağırdı. En ufak bir tepeden bile çıkarabilmesi için kızak kullanması gerekiyordu ve bu kızaklar taşıdıkları ağırlık nedeniyle genelde birinci kullanımın ardından dağılıyordu. Noghun bu süreçte çevreden yardım isteyemeyeceğini de biliyordu, nitekim kimse böyle bir yaratığın yaşama alanlarına bu kadar yaklaştırılmasını kabul etmezdi.
Uzun süren yolculuğun ardından Noghun bir şekilde hayatta kalabilmiş yaratığı eski ahıra kapatıp evine döndü. Karısına iyi haberi verdikten sonra yıkanmak için girdikleri küvette çılgınlar gibi seviştiler.
Sonraki günler, kepçeağızlı için bir cehennem azabına dönerken Noghun ve Dirith acıma duygularının her gün birkaç damlasını ahırda bırakarak hayatlarına devam ettiler. Her gün acılar içerisindeki yaratığın dilinin ucundan kestikleri parçayla söz konusu ilacı üretiyor, Aghran'a veriyorlardı. Kepçeağızlığının dilinin yenilenme oranı o kadar yüksekti ki akşamın sabahına kendini bütünüyle tamamlıyordu. Lakin geçen günler boyunca Aghran'da hiçbir gelişme görünmüyor, aksine hareketleri saldırganlaşıyordu. Noghun artık vazgeçmeleri gerektiğini düşünürken, Dirith işin erbabı sıfatıyla inisiyatif kullanarak ilacın tarifiyle oynuyor ve her seferinde dozunu yükseltiyordu. Yaratığın gözlerinden akan yeşil yaşlar ve çıkardığı acı dolu sesler Noghun'u yavaş yavaş delirtirken, Dirith gün geçtikçe daha da hissizleşiyordu.
Vahşeti kendi bencilliklerinin bir sonucu olarak ürettiklerini fark ettiğinde Noghun Dirith'i es geçerek kepçeağızlının acı dolu yaşamına huzurlu bir son verdi. Yaratığın son nefesindeki ifadesinin hafızasından silinmesi için yalnız kalabileceği bir yere giderken, Dirith karşılaştığı manzara karşısında sinir krizine girdi. Yaratığın yeni durmuş kalbine ulaşıp söktü, hazırladığı ilacı oğluna kustura kustura içirdi. Aghran'ın ağzındaki ve kendi ellerindeki yeşil kana baktıkça midesi bulandı, tuvalete koşup kustu. Bıraksalar saatler ve hatta günlerce ağlardı ama bakımdan mahrum kalmış kızı çığlık çığlığa bağırıyordu. Gidip kızını kucakladı, oğlunun yanına sokuldu. Sonra öylece oturdu. Aghran gözlerinin içine bakıp elini kalbine koyduğunda kendini hıçkırıklara bıraktı.
"Bazı travmalar saklambaç oynamayı öyle çok severler ki bunda artık usta olmuşlardır. Öyle büyük bir sabırla, öyle büyük bir özenle saklanırlar ki nerede olduklarını bulmayı geçin, bir zamanlar var olduklarını bile hatırlamazsınız."
Hafıza Saklambacı- 5.Uç, W.Nyx
İşte bundan yıllar sonra, zavallı Korsan'ın ölümüyle sonuçlanan kepçağızlı saldırısında Noghun ile Dirith'in birer taş heykel gibi kalmalarına neden olan o travma az kalsın Aghran'ın da canını alacaktı. Komşu evde yaşayan, yarı kör, yaşlı adamın emekli bir asker olması şanstı. Biraz yetenek, biraz da şansla adamın kepçeağızlığının tam gözüne fırlattığı ok günü kurtarmıştı. Yaratık kaçarken, Aghran Korsan'dan arda kalanlara sarılıp ağlarken, Noghun ve Dirith kızlarının kendilerine sarılmaları sonucunda kendilerine gelmişlerdi.
Sonrasındaysa o kepçeağızlıdan öyle çok korkmaya başladılar ki acilen taşınma kararı aldılar. Aghran için mantıklı bir açıklamayı kabul etmek imkânsız olunca da Korsan'ın hayaletinin eve musallat olduğunu söylediler. Söylemlerle yetinmeyen Aghran'ı birkaç ufak oyunla korkutup ikna ettikten sonra en yakındaki bok kokan medeniyete sürüklendiler.
Ele ele selamladıkları ölümle yürürlerken akıllarında çocukları, prangalarında ise kepçeağızlının acıları vardı.
"Ornus, soyunun yedinci temsilcisi, çocukluk adı herkese gizli, yaygın adıyla Kara Şövalye'nin çocukluk yılları pek bilinmese de gençlik yılları ziyadesiyle hareketli geçmiştir. On sekiz yaşına girdiğinde ülke yönetiminin başında bulunan amcası tarafından "aşırı hayalperestlik" suçlaması ile yoğun ve tekdüze eğitimine devam etmesi gerektiğine karar verilmiştir. Tüm gençliği boyunca yabancı toprakları gezebileceği günü bekleyen oğlana verilmiş olan bu ağır ceza, yangını başlatan ufak bir kıvılcımdır. Yangını körükleyen şeyin ne olduğu ise hep muallaktır… Hakkında verilen mantık dışı kararın akşamında derdini anlatmak üzere yanına gittiği amcasıyla konuşurken, kütüphanesinin bir hayli üst raflarından bir kitabı almaya çalışan amca kaza eseri düşmüş, olacak iş ya, boynu kırılarak oracıkta ölüvermiş. Ornus ona yardım etmek için yanına koşmuş, lâkin gürültüye tepki içeri giren korumalar kılıçlarını çekip ona doğru yürümüşler. Silahsız oğlan, başta ölü amcasını bir silah gibi kullanmayı düşündüyse de kılıçların saldırmak yerine selamlamak için havaya kaldırıldığını görünce vaz geçmiş. "Selam sana Büyük Lord!" şeklinde nara atıp selam duran adamlara ne diyeceğini bilemeyen Ornus, beklenmedik şekilde gerçekleşen son bir dakikanın gerçek dışılığından kurtulmak adına odayı terk etmiş. Uşakların selamlamaları eşliğinde evin ikinci katındaki koridorundan geçip aşağıya doğru hızla inmeye başlamış. Haberin yayılma hızının ve selam durarak diz çöken insanların garipliğine takılan gözleri ayaklarını kandırınca inişinin son anlarını yuvarlanarak bitirmesi kaçınılmaz olmuş. Kendine gelip kafasını kaldırdığında dibine girmiş amcasının eşinin gözlerine bakamaz hâlde "Özür dilerim," demek istemiş istemesine de kadının elini hızla tutup öpeceğini tahmin etmemiş. Şok üstüne şok yaşayan Ornus'un gözüne evde o anda aklı kendisi kadar hür olan tek kişi merdivenlerin başında takılmış. Amcasının büyü ile uğraştığı için "özel eğitim odası"nda yaşamaya mahkûm bıraktığı, taş çatlasın yedi yaşındaki ölü tenli siyah saçları pasaklı kız Ornus ile göz göze gelip "Ne yaptın sen," diye çığlığı basmış. Ornus cevap dahi veremeden havada yükselip, etrafta uçuşmaya başlayan geberik ağzından salyalar çıkararak "Bu Kara Baht Büyüsü için ne kadar zamandır uğraşıyorum! Onu benden nasıl çalarsın," diye bağırmış. Hemen akabinde birçok küfrü - sizlerle paylaşamayacağım bazı sözleri,- o çirkin ağzından fütursuzca çıkarırken Ornus'a doğru uçmaya başlamış. Kara büyü ile metrelerce uzayan saçlardan yuvarlanarak kaçan Ornus malikânenin mutfağına koşarken kız merhumun eşinin saçlarıyla boynundan yakalayıp arkasından fırlatmış.
Son anda mutfağa güvenle giriş yapabilen Ornus güç bela koşup, bıçak dolu tezgâhın arkasına atlamış. İçeriye giren akli melekeleri uçuk kuzenine art arda fırlattığı bıçaklarla kuaförlük deneyimi kasan Ornus, burnunun ucuna ulaşan bir tutam saçın eşliğinde hapşırıklara boğulmuş. Hapşırık krizleri, ünlü adamın tüm dikkatini dağıttığında ayağına dolanan siyah pasaklar onu tutarak yanda cayır cayır yanan taş fırına doğru fırlatmış. Kokuşuk saçlarla Ornus'un fırın kapısındaki savaşı güzelce pişmiş genç erkek tarifine bağlanacakken kızın suratına yapışan dev tava olayın akışına takla attırmış. Kendini toplamaya çalışan kızın gözlerine taarruz eden karabiber ve saçlarında patlayan yumurtalar ortaya tatsız bir bulamaç çıkarınca, estetikten uzak görüntüye dayanamayan şef dev kepçesiyle son darbeyi vurup kızı fırının alevlerine yollayıvermiş. İşte Grownia tarihinde "Aşçıların İsyanı" olarak bilinen büyük krizin başlangıcı da bu şekilde olmuştur ya da en azından bu şekilde anlatılmaktadır.
Ornus ise sonrasında doğru bir karar vererek malikâneden ayrılmış ve en yakın limana giderek atladığı rastgele bir gemiyle kıtadan kaçmış. Ülke kaos içerisine sürüklenirken Ornus'un isyanın başı olarak öldüğüne inanılmış.
İşte, o gün bu gündür hakkında kahramanlık destanları yazılmaya devam etmektedir. Her ne zaman biri bir destan uydurup kime yazacağını bilemese O'nun adını kullanmış, destanlarsa çoğu zaman birbirini desteklemez olmuştur. Arada neler geçtiğini ben de bilmiyor olsam da, adamın sonunun üzerine düşen bir kule sonucunda öldüğünü net bir şekilde söyleyebilirim. Peki bunu nereden mi biliyorum? O kuleyi düşüren dev benim."
Noghun yabancı olduğu topraklarda düzen kurmaya çalışırken yerel halk tarafından yazılmış kitapları zamana yayarak okumaya gayret ediyordu. Ne yazık ki okuma hızı olabilecek en düşük seviyelerden birindeydi. Kılıçtepe'deki hayatında tek yaptığı şey avlanmak ve savaşmak olduğundan elindeki tek becerisi bu yönde ilerlemişti. Şimdilerdeyse yeni doğan kızıyla birlikte dört kişiye ulaşarak tamamlanmış olduğunu düşündüğü ailesine bakabilmek adına avcılık ve tarla korumacılığı yapıyordu. Gözü yükseklerde değildi. Karısı Dirith de kalabalıkta görünmek istemiyordu. Bu nedenle ikisi, ihtiyaçları olan kadarını üretip-avlayıp, eksik kalan malzemeleri takas yoluyla alabilmek adına civardaki komşuların işlerini üstleniyordu.
Geçen birkaç yılın ardından Aghran'ın umdukları gibi gelişmediğini görmek her ikisi için de yıkıcı bir deneyim olmuştu. Gerçi bu tamamen beklenmedik bir durum değildi ama umut her zaman olası gelecekten daha iyi bir arkadaştı. Arkadaşları koca gülümsemesiyle vedalaşıp onları terk ettiklerinde gerçek, odanın köşesindeki yerini çoktan almıştı. Uzun süredir kimsenin ellemediği, Aghran'ın kafasını defalarca vurarak kırdığı tahta süpürge kanlı somurtuşuna tozlanarak devam ediyordu. Her ikisinin de ellerini bir kez daha değdirmek istemedikleri gerçeğin üzerine attıkları tomarla çarçapıt onu bir nebze daha tahammül edilebilir bir hale getirmişti.
Dirith'in ufak Aghran'ın deneysel varoluşundan ötürü hissettiği ıstırap bir hayli büyüktü. Laboratuvardan aşırdığı deneysel ilacı kendine enjekte etmiş ve kaderin işine karışarak, belki de hiç doğmaması gereken bir çocuğu doğurmuştu. Üstüne üstük her insan gibi o da bununla yetinmemiş ve kocasının çekirdek aile hayallerini de bahane ederek birkaç yıl sonra ikinci çocuğa hamile kalmayı denemişti. Beklenmedik derecede sorunsuz bir hamilelik yaşamış, nihayetinde Robi'ye hayat vermişti. Aghran'daki "garipliği" fark ettiklerinde Robi çoktan üç aylık olmuştu. Kızlarının da benzer bir gelişim gösterebileceğini düşünerek geçirdikleri geceler, göğüslerine oturan kocaman pişmanlık nedeniyle bitmek bilmeyen ıstıraplara ev sahipliği yapıyordu.
İşte bu ıstırap dolu gecelerden birinde, göğüs kafesine baskı yapan koca götlü pişmanlığı üzerinden fırlatan Dirith, yataktan kalktı. Tavan arasına sakladığı eski dokümanların arasına daldı. Yıllar önce laboratuvardan aşırıp malum yerlerinde sakladığı bu notlar çokça deneysel ilaç tariflerini ve ilaçların olası etkilerini içeriyordu.
Uykusu tarafından terk edilmiş Noghun, tıkırtıyı izleyerek Dirith'i buldu. Onu şeytani olarak nitelendirdikleri notların arasında görünce hayal kırıklığı yaşadı. Hissini bastırıp, Dirith'in yanına oturdu. Onunla konuştu, notlara baktı, derken kendini incelemeye kaptırdı. Birkaç saat süren yoğun bir çalışmanın ardından Dirith etkisi olabileceğini düşündüğü bir tarifi seçti. Yazılı reçete, bir insanın zekâ kapasitesini yükseltmekle ilgiliydi. İlacın içindekiler bir bebek için ölümcül etkiler yaratabilirdi, bu nedenle Robi'yi şimdilik normal gelişimine bıraktılar. Zaten ilaç Aghran'da işe yararsa ileride Robi'ye de kullanabilirlerdi. O anki gerçek sorunları ilacın içeriğinde bulunan maddelerdi. Bitkileri dağlardan, madenleri köylerden bulabilirlerdi ama tüm maddeler arasında en önemlisi olduğu altı çizilerek anlatılan "yenilenme sıvısını" barışçıl bir şekilde ele geçirmek imkansızdı. Sıvı, çeşitli başıboşlardan elde edilebilmekteydi ve etkili olması için hangi başıboş kullanılırsa kullanılsın dokunun canlılığa en yakın durumda olması önerilmekteydi.
Sabahın ilk ışıklarında planları netleşen çiftten Noghun uzanıp dinlenirken, Dirith ona kahvaltı ve yolluk hazırladı. Sessizce yaptıkları kahvaltı sonunda mühimmatını toparlayıp silahlarını kuşanan Noghun güzel karısına, biricik kızına ve anın romantizmine bir gram saygısı olmadan eşyalar üzerinde zıplayıp duran oğluna birer öpücük kondurup yola koyuldu.
Civarda bulunan başıboşlar arasında en kolay ulaşılanı kepçeağızlılardı. Ne şanstır ki bu yaratık türünün dili inanılmaz derecede yüksek bir yenilenme özelliğine sahipti. Noghun yaklaşık bir günlük yolculuğun ardından rast geldiği nehrin kıyısındaki gölgelikte dinlenirken az ilerisinde avlanmakta olan avını gördü. Söz konusu av şu an avcı konumundaydı, upuzun dilini nehre sokmuş, yapışan balıkları çekip ağzına dolduruyordu. Bir avcının en savunmasız zamanı avlandığı zamandı, Noghun bunu köyün büyüklerinden öğrenip sıklıkla tecrübe etmişti. Aslında yaratığın arkasına geçip sırtındaki kocaman kılıçla onu bir darbede alabilirdi ama amacı zarar vermeden saf dışı bırakmaktı. Bu nedenle avına sessizce yaklaştı. Adımlarını olabildiğince dikkatle attı ve gülle başlı topuzunu bir tur döndürüp hızdan güç alarak yaratığın kafatasının tam tepesine indirdi. Acı içinde çığlık atan yaratık balıkları bırakıp geri dönmeye çalışırken yeni darbeler art arda geldi. Yere düşüp kendinden geçen yaratık ölümü beklerken Noghun onu yanında getirdiği halatlarla sıkıca bağladı. Gözü bir anlığına rahatsız edici bir gerçekliğe takıldı; balıklar az önce lime lime edilmiş arkadaşlarından arta kalan parçaları yiyorlardı.
Noghun'un sinir sistemi tümüyle zarar görmüş kepçeağızlıyı sürükleyerek eve dönmesi üç gün kadar sürdü. Zira yaratık çok ama çok ağırdı. En ufak bir tepeden bile çıkarabilmesi için kızak kullanması gerekiyordu ve bu kızaklar taşıdıkları ağırlık nedeniyle genelde birinci kullanımın ardından dağılıyordu. Noghun bu süreçte çevreden yardım isteyemeyeceğini de biliyordu, nitekim kimse böyle bir yaratığın yaşama alanlarına bu kadar yaklaştırılmasını kabul etmezdi.
Uzun süren yolculuğun ardından Noghun bir şekilde hayatta kalabilmiş yaratığı eski ahıra kapatıp evine döndü. Karısına iyi haberi verdikten sonra yıkanmak için girdikleri küvette çılgınlar gibi seviştiler.
Sonraki günler, kepçeağızlı için bir cehennem azabına dönerken Noghun ve Dirith acıma duygularının her gün birkaç damlasını ahırda bırakarak hayatlarına devam ettiler. Her gün acılar içerisindeki yaratığın dilinin ucundan kestikleri parçayla söz konusu ilacı üretiyor, Aghran'a veriyorlardı. Kepçeağızlığının dilinin yenilenme oranı o kadar yüksekti ki akşamın sabahına kendini bütünüyle tamamlıyordu. Lakin geçen günler boyunca Aghran'da hiçbir gelişme görünmüyor, aksine hareketleri saldırganlaşıyordu. Noghun artık vazgeçmeleri gerektiğini düşünürken, Dirith işin erbabı sıfatıyla inisiyatif kullanarak ilacın tarifiyle oynuyor ve her seferinde dozunu yükseltiyordu. Yaratığın gözlerinden akan yeşil yaşlar ve çıkardığı acı dolu sesler Noghun'u yavaş yavaş delirtirken, Dirith gün geçtikçe daha da hissizleşiyordu.
Vahşeti kendi bencilliklerinin bir sonucu olarak ürettiklerini fark ettiğinde Noghun Dirith'i es geçerek kepçeağızlının acı dolu yaşamına huzurlu bir son verdi. Yaratığın son nefesindeki ifadesinin hafızasından silinmesi için yalnız kalabileceği bir yere giderken, Dirith karşılaştığı manzara karşısında sinir krizine girdi. Yaratığın yeni durmuş kalbine ulaşıp söktü, hazırladığı ilacı oğluna kustura kustura içirdi. Aghran'ın ağzındaki ve kendi ellerindeki yeşil kana baktıkça midesi bulandı, tuvalete koşup kustu. Bıraksalar saatler ve hatta günlerce ağlardı ama bakımdan mahrum kalmış kızı çığlık çığlığa bağırıyordu. Gidip kızını kucakladı, oğlunun yanına sokuldu. Sonra öylece oturdu. Aghran gözlerinin içine bakıp elini kalbine koyduğunda kendini hıçkırıklara bıraktı.
"Bazı travmalar saklambaç oynamayı öyle çok severler ki bunda artık usta olmuşlardır. Öyle büyük bir sabırla, öyle büyük bir özenle saklanırlar ki nerede olduklarını bulmayı geçin, bir zamanlar var olduklarını bile hatırlamazsınız."
Hafıza Saklambacı- 5.Uç, W.Nyx
İşte bundan yıllar sonra, zavallı Korsan'ın ölümüyle sonuçlanan kepçağızlı saldırısında Noghun ile Dirith'in birer taş heykel gibi kalmalarına neden olan o travma az kalsın Aghran'ın da canını alacaktı. Komşu evde yaşayan, yarı kör, yaşlı adamın emekli bir asker olması şanstı. Biraz yetenek, biraz da şansla adamın kepçeağızlığının tam gözüne fırlattığı ok günü kurtarmıştı. Yaratık kaçarken, Aghran Korsan'dan arda kalanlara sarılıp ağlarken, Noghun ve Dirith kızlarının kendilerine sarılmaları sonucunda kendilerine gelmişlerdi.
Sonrasındaysa o kepçeağızlıdan öyle çok korkmaya başladılar ki acilen taşınma kararı aldılar. Aghran için mantıklı bir açıklamayı kabul etmek imkânsız olunca da Korsan'ın hayaletinin eve musallat olduğunu söylediler. Söylemlerle yetinmeyen Aghran'ı birkaç ufak oyunla korkutup ikna ettikten sonra en yakındaki bok kokan medeniyete sürüklendiler.
Ele ele selamladıkları ölümle yürürlerken akıllarında çocukları, prangalarında ise kepçeağızlının acıları vardı.