Karakan Savaşı
Mini Öykü
KılıçTepe'nin Düşüşü
Kılıçtepe Kasabası insanları bedenen iri kıyım, aklen sabırlı kimselerdi. Yetenekli savaşçılara sahiplerdi, Noghun Mavikılıç onlardan biriydi.
Noghun, kasabanın köklü ailelerinden birine mensuptu. Arkadaşlarıyla birlikte silah kuşanmayı, savaşmayı seçmişti.O ve silah arkadaşları, tepeyi sıklıkla ziyaret eden başıboş gruplarına karşı savaşmak için hazırlanmışlardı; yani herkes gibi.Yıllar boyunca başıboş akınları son bulmamıştı. Kasaba halkı onlara ve saldırılarına alışmıştı. Başıboşlarla savaşmak geleneksel bir oyuna dönüşmüştü. Ayrıca bağlı oldukları organizasyonun -Çember'in- üstünde kurulduğu tepe kadar boş kasabadan tek beklentisi buydu: Güneybatı sınırının korunması.
Kahverengi derileri ıslak, arka uzuvları kısa, ön uzuvları iki metre uzunlukta, duruşları öne doğru eğik başıboşlar Kılıçtepe Kasabası'nın önde gelen belasıydı. Kurbağa suratlı bu başıboşlara yaralandıklarında döktükleri yapışkan ve siyah akıntılarından ötürü, "Çamurkanlı" adını takmışlardı.
Çamurkanlılar anlamadıkları bir şekilde, ısrarla yakınlarındaki mağaralara kurulmaya çalışıyor, yaydıkları pis kokuyla varlıklarını kolayca hissettiriyorlardı. Uzun ön uzuvları ile dövüşmeye çalışan bu yaratıkların bazıları ağızlarından insan kafası büyüklüğünde siyah dev balgamlar atıyordu. Çamurkanlılar en fazla dörderli gruplar hâlinde dolaşıyorlardı. Bu da onların, neredeyse tümü savaşmaya hazır yüz civarı kişiye ev sahipliği yapan kasabanın kolay hedefi hâline gelmesini sağlıyordu. Yaklaşık elli yıldır süren bu rutin kendinden sıkılmış olacak ki bir gün ilerlemeye karar verdi.
Noghun ve arkadaşlarının pas atmak için ava çıktıkları ılık bir akşamüstü, yakındaki mağaraların boş olması, bu on kadar erkeğin hayallerini yerle bir etmişti. Halbuki onların her biri çamurkanlı avlamak, adrenalin patlaması yaşamak ve yataklarına o şekilde dönmek hayaliyle yanıp tutuşuyordu. Adamlar boş mağaraların arkasına geçip tepeyi terk ettiler, akabinde ilerlemeye devam ettiler. Yıllardır geçmek zorunda kalmadıkları için ayak izleri silinmiş patikadan güneye indiler. Sık bitki örtüsü onları zorlamış, dolayısıyla heyecanlandırmıştı. Biraz daha ilerlediklerinde gördükleri görüntü onları kat ve kat fazla adrenaline maruz bıraktı. Çamurkanlılardan elli, belki yüz tanesi bir mağaranın çıkışında toplaşmıştı. Boğuluyormuş gibi, garip sesler çıkarıyorlardı.
Noghun ve arkadaşları girdikleri şoktan çıkar çıkmaz, geri dönme kararı aldı. Düşe kalka, çamura bata çıka kat edilen yolun sonunda kasabaya varıldı. İleri gelenlere durum anlatıldı. Kılıçtepe ahalisi tarihinde ilk kez Çember'den yardım istemek zorunda kaldı. O yıllarda batı korsanlarıyla mücadele içinde olan Çember, ufak ve gözden çıkarılabilir bir birlik dışında yardım eli uzatmadı. Kırk asker ve altı kişilik bir sağlık ekibinden oluşan birlik Kılıçtepe Kasabası'na geldi. Dirith, o birliğe eklenmiş, kırk yedinci kişiydi.
Kasaba halkı, Çember'den gelen kişi sayısının azlığı sebebiyle hayal kırıklığına uğramıştı. Askerler yolda denk geldikleri bir kaçağı yanlarına aldıklarını belirtip onu göz önünde tutabilecekleri bir yer talep etmişlerdi. Noghun'un babasının eski demirhanesi bu iş için biçilmiş kaftandı. Noghun bu ufacık ve narin kadını gördüğü an nefesinin bir kısmını göğsüne hapsetti. Kalp atışları çılgın bir şelale gibi çağladı.
Kalabalık yaratık grubu, normalde olmaları gerekenden yavaş ama mucizevi bir şekilde birlikteliklerini bozmadan yaklaşıyor, gergin bekleyiş sürüyordu. Noghun ise uçmuş aklını Drith'den geri almaya çalışıyordu. Çamurkanlıların yolculukları sabah bitmiş ve beraberinde kasaba da koyu kanla boyanmış olacaktı. Noghun bir gecelik dahi olsa âşkı hissetmek istedi. Dirith'in tutsak olduğu demirhanenin bekçisi olarak yerleştirdikleri Çember askerini hazırladığı özel karışımlı içecekle derin bir uykuya yolcu etti. Ardından Dirith'in de iznini alarak yanına oturdu.
"Neden seni tutsak olarak getirdiler? Senin gibi güzel bir kadın ne gibi bir suç işlemiş olabilir ki?"
"Çalıştığım laboratuvardan almamam gereken bir ilacı alıp kaçtım." dedi Dirith, Noghun'nın iri vücuduna sığınarak.
"Korkma… Eminim ki sebeplerin vardır. Herkesin sebepleri vardır. İstersen seni koruyabilirim."
"Yakalanmaktan korkmadım hiç ama ilacı içtikten sonra yaşayabileceklerim beni ürkütüyor," derken ağlamaya başladı.
"Ben Noghun Mavikılıç, izin verirsen seni daima koruyacağıma söz veriyorum." Diyen Noghun, Dirith'in gözlerinin içine bakıp koca elleriyle narin parmakları tuttu.
Dirith "Kabul ediyorum," dedikten sonra Noghun'un dudaklarına narin bir öpücük kondurdu.
Demirhanedeki eski örse sorsalar kılıçların dövüldüğü zaman mı yoksa o gece üzerinde yaşanan aşk dolu dakikalar mı onu daha çok ısıtmıştı, kararsız kalırdı.
Gün doğumunu birlikte izleyen halk, onlara yardıma gelen askerlerle tanışıp gece boyunca sohbet etti. Farklı yerlerde doğup farklı ölümler bekleyen bu kalabalığın yaşanmayı bekleyen hikâyeleri vardı. Umut, güneşin dağlar arasında görünmesiyle birlikte yandı.
Zeminde başlayan garip titreşim herkesi ayağa kaldırdı. Silahlarını kuşanan halk ve askerler birbirlerini kendilerince selamlayarak uğurlaştılar. Noghun ise hayatının âşkının koynunda uyandığı güne "Biraz daha" demek istiyordu. Ama yerdeki titreşimler pek zaman kalmadığını hissettiren tik-tak'lar gibi ritmik ve acımasızdı.
Yaklaşık bir on dakikanın ardından koca koca kayalardan oluşan, büyük ve dayanıklı evlere ve güzel peyzaja sahip Kılıçtepe Köyü'nün kuzey çıkışında beliren çok sayıda çamurkanlı, karşılarında sıraya dizilmiş insanlarla karşı karşıya geldiler. Askerlerle birlikte yüz yirmi kişilik insan ordusunun birçoğu korkuyla titriyor, kanında savaşçılık akan gençlerse savaş çığlıkları atıyordu.
Çamurkanlılar Çember halkı tarafından kendilerine ve diğer tüm yaratıklara koyulan "Başıboş" ismini yalanlarcasına kurdukları bir düzenle savaşa girmişlerdi. Arka tarafta kalan uzun boyunlular -alınlarında pembe bir leke bulunanlar,- boğazlarında topladıkları katran balgamlarını fırlatırken ön cephedeki irice olanlar, uzun ön kollarını savurarak savaşıyorlardı. İri cüsselerinden beklenmeyecek şekilde zıplama kabiliyeti bulunan yaratıklar, askerler ve Kılıçtepe halkına karşı fiziksel üstünlüklerini acımasızca kullanıyorlardı.
Gürültü tepelerde yankılanırken Noghun, çocukluğunda kurulan sirki hatırladı; eskiden daha güvenli olan kasabalarına son yüz yılda uğrayan tek sirki. O gün ne de çok gürültü vardı; satış yapmak için çığıran insanlar, kasaba halkının daha önceden hiç görmediği hayvanların her birinin kendine has sesleri, çok çeşitli enstrümanların melodileri. Tıpkı şu an olduğu gibi her biri bağımsız ama her biri garip bir ahenk içinde yankılanmıştı tepede.
Noghun gürzünü sallayarak hızla girdiği savaşta kendisine doğru uzanan kahverengi elastik kolun üzerinden zıplamış, çamurkanlı ile göz göze gelmişti. Soldan sağa hızla savrulan gürz, yaratığın kafasına yandan çarptı. Noghun, yuvarlanarak uzaklaşan yaratığın üzerine koşarak atladı. Son darbeyi indirecekti ki yaratık onu bacağından tutup üstünden fırlattı. Noghun düştüğü yerden kalkarken, az ileride yakın arkadaşlarından biri, iri kılıcını iki eliyle yaratıklardan birinin karnına saplamıştı. Çığlık atan yaratık, öncesinde halkın hiç görmediği bir hareket yaptı. Adamı kollarıyla karnında açılan yarasına doğru acısına aldırmadan çekmeye başladı. Noghun arkadaşının gözündeki korku ve şaşkınlığa düştü. Yaratığın yarık karnından akan siyah zehirle bütünleştikçe eriyen tenini gördü, çığlıklarını duydu.
Kafasını çevirip kendi savaşına odaklanmaya gayret etmişse de morali bozulmuştu bir kere. ***Güçsüz arka ayaklar hedefindeydi. Hissettiği kaybediş, yaptığı dikkatsizlikti. Bacakları ezer, kafalar üstünden ilerlerken son anda kendisine doğru fırlatılmış katran topu gördü. Kaçması güç oldu. Katran top arkada Est'sine bağlı metal zinciriyle iki yaratıkla dövüşen Çember askerinin gövdesine çarptı. Zincirin yapısı bozulup metal tozlara dönüşürken yaratıklar adamın iki bacağını kavrayıp çekmeye başladılar. Birkaç saniye içerisinde vücudunun ortasından fermuar gibi açılan adam çığlık atacak zaman bile bulamadı.
Vahşetin sesleri ve görüntüleri arasında kendi savaşını veren Noghun, şahsına takan, durmadan katran topu fırlatan çamurkanlıyı hedef belirledi. Hızla yaratığa doğru koşarken üçüncü zehri de kolaylıkla atlattı. Olduğu yerde tam bir tur atıp, tüm vücut kuvvetini toplayarak, diğerlerinden daha çelimsiz olan yaratığın alnına gürzü geçirdi. Parlak pullu derisi parçalanan yaratık acıyla inlerken ön cephedeki iri yaratıklar hızla Noghun'a döndü. Adamın durum değerlendirmesi yazık ki hezeyana uğramıştı. Çember askerleri çoktan erimişken, kendi halkı da kasabanın iç kısımlarına doğru püskürtülmüştü. Yaratıklardan yaralı olanlar birbirini yalayarak hızla iyileşiyordu. İşin kötüsü Noghun, hepsinden uzak bir noktada kalmıştı. Hızla dönüp gerisin geriye koşmaya başlamıştı. Önünü kapatan yaratıkları gürzünü savurarak atlatmaya çalıştı, üstlerinden atlayarak, aralarından fırlayarak kaçtı. Nihayet köy sınırına vardı.
Etraftaki ölülerin üzerine basmadan hızla koşmaya çalışırken, arkasından onu bir balonmuş gibi vurmaya çalışan yaratıkların balçık toplarından kaçtı. Zaman ilerledikçe kaybeden tarafta olduğu kesinleşen Noghun, bu beklenmedik tragedyanın öncesinde bir güneş gibi doğan âşkını bıraktığı evine doğru koşmaya başladı. Demirhane kapısının tam önünde duran çamurkanlının ellerindeki kanı görünce gözü döndü, nara atarak saldırıya geçti. Dikkatsizce savurduğu gürzü yaratığın ona uzanan sağ koluna çarparken, yaratığın sol kolu da Noghun'nın karnının sağ tarafına kuvvetle çarptı. Gözlerini kocaman açıp boğulma sesini avazı çıktığı kadar atan yaratığın gözleri bir anda geriye dönerek bembeyaz oldu. Noghun ne olduğunu anlamasa da saldırması gerektiğini biliyordu ve doğrulup tekrar harekete geçti. Yaratığın kol saldırısını beklerken yine nutkunun tutulmasına neden olan bir şey oldu. Yaratık sol koluyla uzanıp duvara yaslı tırpanı tuttu ve Noghun'un üzerine hamle yaptı. Afallayan savaşçının yüzünde sağlam bir çizik açıldı. Ardından hemen kendini toparlayıp, kandan yanan gözüne umursamaksızın koşarak yaratığın önce karnına, sonraysa eğilen kafasına gürzüyle tüm kuvvetini odaklayarak vurdu. Taş binanın duvarına yapışan yaratık can çekişirken Noghun göz ucuyla halkından geriye kalan son kişilerin kaçışına tanık oldu ve yaratığı es geçip içeriye girdi. Serbest bıraktığı Dirith'i, saklandığı kilerde bulup dışarı çıkardı. Birlikte kaçacaklar, birlikte yaşayacaklardı, nerede olursa olsun…
Noghun gözüne oturan kan nedeniyle mi yoksa köyüne ve beraberinde hatıralarına veda ediyor olmasından mı bilemedi ama yıllar önce panayırda gördüğü o altın renkli kaplanı, kasabanın en yüksek ağacının tepesinde otururken gördü. Aklına gelen ilk kaçış planı Çember askerlerinin araçları olduğu için onlara doğru yöneldi. Gördüğü manzara, kendini ve hatta tüm soyunu sorgulamasına neden oldu.
Bir hayli iri yumurtalarından çıkmaya çalışan sevimli canlılar vardı. Bazılarının alınlarındaki parıltıları görmese onların çamurkanlılar olduğuna asla inanmazdı. Bu mağaralara çocuklarını korumak için geliyor olabilirler miydi? İnsanoğlu kendi dışında hiçbir şeyin neden ve sonuçlarını sorgulamaz mıydı? Acaba olması gereken kendisi gibi insanların yaşadığı bu gibi köylerin yok edilmesi miydi? Kafasındaki sorular canını yakarken gözleri içini ısıtan Dirith'in eşsiz suretine yakalandı.
"Bunları kullanmayı biliyorum. Hadi gidelim!" dedi Dirith.
"Lütfen," diyebildi Noghun.
Yaklaşık dört saat kadar sürdükleri araç sonrasında arızalandı. Kasasında birkaç giyim ve yiyecek malzemesi vardı; ikili tarafından alındı. Kuzeye doğru yürüyerek devam ettiler. Birkaç küçük köyü geçtikten sonra civardaki en büyük yerleşim olan ve normalden farklı yapısıyla bilinen Mavimağara Köyü'ne yaklaştılar. Burası, dağın içinde yer alan bir mağaraya kurulmuş ufak bir yerleşim birimiydi. Noghun ve Dirith, güvenli olacağını düşünerek, - Dirith'in kaçak statüsü nedeniyle yakalanma tehlikesi yaşamaması için- köyün az dışında buldukları yıkıntıyı yuva olarak belirlediler. Noghun'un gücüyle Dirith'in zekâsı birleşince bu pejmürde yapı, gelen geçenin gıpta ederek baktığı sevimli ve zevkli bir ev haline geldi.. Dirith'in çalıp kendine enjekte ettiği ilacın etkisi ise Noghun ile karşılaştığı ilk gecenin meyvesi, bir oğul oldu. Yarı mutlu sona ulaşan öykünün buruk prensi olarak doğagelen çocuğa "Aghran" ismi konuldu.
Noghun yabancı olduğu topraklarda düzen kurmaya çalışırken yerel halk tarafından yazılmış kitapları zamana yayarak okumaya gayret ediyordu. Ne yazık ki okuma hızı olabilecek en düşük seviyelerden birindeydi. Kılıçtepe'deki hayatında tek yaptığı şey avlanmak ve savaşmak olduğundan elindeki tek becerisi bu yönde ilerlemişti. Şimdilerdeyse yeni doğan kızıyla birlikte dört kişiye ulaşarak tamamlanmış olduğunu düşündüğü ailesine bakabilmek adına avcılık ve tarla korumacılığı yapıyordu. Gözü yükseklerde değildi. Karısı Dirith de kalabalıkta görünmek istemiyordu. Bu nedenle ikisi, ihtiyaçları olan kadarını üretip-avlayıp, eksik kalan malzemeleri takas yoluyla alabilmek adına civardaki komşuların işlerini üstleniyordu.
Geçen birkaç yılın ardından Aghran'ın umdukları gibi gelişmediğini görmek her ikisi için de yıkıcı bir deneyim olmuştu. Gerçi bu tamamen beklenmedik bir durum değildi ama umut her zaman olası gelecekten daha iyi bir arkadaştı. Arkadaşları koca gülümsemesiyle vedalaşıp onları terk ettiklerinde gerçek, odanın köşesindeki yerini çoktan almıştı. Uzun süredir kimsenin ellemediği, Aghran'ın kafasını defalarca vurarak kırdığı tahta süpürge kanlı somurtuşuna tozlanarak devam ediyordu. Her ikisinin de ellerini bir kez daha değdirmek istemedikleri gerçeğin üzerine attıkları tomarla çarçapıt onu bir nebze daha tahammül edilebilir bir hale getirmişti.
Dirith'in ufak Aghran'ın deneysel varoluşundan ötürü hissettiği ıstırap bir hayli büyüktü. Laboratuvardan aşırdığı deneysel ilacı kendine enjekte etmiş ve kaderin işine karışarak, belki de hiç doğmaması gereken bir çocuğu doğurmuştu. Üstüne üstük her insan gibi o da bununla yetinmemiş ve kocasının çekirdek aile hayallerini de bahane ederek birkaç yıl sonra ikinci çocuğa hamile kalmayı denemişti. Beklenmedik derecede sorunsuz bir hamilelik yaşamış, nihayetinde Robi'ye hayat vermişti. Aghran'daki "garipliği" fark ettiklerinde Robi çoktan üç aylık olmuştu. Kızlarının da benzer bir gelişim gösterebileceğini düşünerek geçirdikleri geceler, göğüslerine oturan kocaman pişmanlık nedeniyle bitmek bilmeyen ıstıraplara ev sahipliği yapıyordu.
İşte bu ıstırap dolu gecelerden birinde, göğüs kafesine baskı yapan koca götlü pişmanlığı üzerinden fırlatan Dirith, yataktan kalktı. Tavan arasına sakladığı eski dokümanların arasına daldı. Yıllar önce laboratuvardan aşırıp malum yerlerinde sakladığı bu notlar çokça deneysel ilaç tariflerini ve ilaçların olası etkilerini içeriyordu.
Uykusu tarafından terk edilmiş Noghun, tıkırtıyı izleyerek Dirith'i buldu. Onu şeytani olarak nitelendirdikleri notların arasında görünce hayal kırıklığı yaşadı. Hissini bastırıp, Dirith'in yanına oturdu. Onunla konuştu, notlara baktı, derken kendini incelemeye kaptırdı. Birkaç saat süren yoğun bir çalışmanın ardından Dirith etkisi olabileceğini düşündüğü bir tarifi seçti. Yazılı reçete, bir insanın zekâ kapasitesini yükseltmekle ilgiliydi. İlacın içindekiler bir bebek için ölümcül etkiler yaratabilirdi, bu nedenle Robi'yi şimdilik normal gelişimine bıraktılar. Zaten ilaç Aghran'da işe yararsa ileride Robi'ye de kullanabilirlerdi. O anki gerçek sorunları ilacın içeriğinde bulunan maddelerdi. Bitkileri dağlardan, madenleri köylerden bulabilirlerdi ama tüm maddeler arasında en önemlisi olduğu altı çizilerek anlatılan "yenilenme sıvısını" barışçıl bir şekilde ele geçirmek imkansızdı. Sıvı, çeşitli başıboşlardan elde edilebilmekteydi ve etkili olması için hangi başıboş kullanılırsa kullanılsın dokunun canlılığa en yakın durumda olması önerilmekteydi.
Sabahın ilk ışıklarında planları netleşen çiftten Noghun uzanıp dinlenirken, Dirith ona kahvaltı ve yolluk hazırladı. Sessizce yaptıkları kahvaltı sonunda mühimmatını toparlayıp silahlarını kuşanan Noghun güzel karısına, biricik kızına ve anın romantizmine bir gram saygısı olmadan eşyalar üzerinde zıplayıp duran oğluna birer öpücük kondurup yola koyuldu.
Civarda bulunan başıboşlar arasında en kolay ulaşılanı kepçeağızlılardı. Ne şanstır ki bu yaratık türünün dili inanılmaz derecede yüksek bir yenilenme özelliğine sahipti. Noghun yaklaşık bir günlük yolculuğun ardından rast geldiği nehrin kıyısındaki gölgelikte dinlenirken az ilerisinde avlanmakta olan avını gördü. Söz konusu av şu an avcı konumundaydı, upuzun dilini nehre sokmuş, yapışan balıkları çekip ağzına dolduruyordu. Bir avcının en savunmasız zamanı avlandığı zamandı, Noghun bunu köyün büyüklerinden öğrenip sıklıkla tecrübe etmişti. Aslında yaratığın arkasına geçip sırtındaki kocaman kılıçla onu bir darbede alabilirdi ama amacı zarar vermeden saf dışı bırakmaktı. Bu nedenle avına sessizce yaklaştı. Adımlarını olabildiğince dikkatle attı ve gülle başlı topuzunu bir tur döndürüp hızdan güç alarak yaratığın kafatasının tam tepesine indirdi. Acı içinde çığlık atan yaratık balıkları bırakıp geri dönmeye çalışırken yeni darbeler art arda geldi. Yere düşüp kendinden geçen yaratık ölümü beklerken Noghun onu yanında getirdiği halatlarla sıkıca bağladı. Gözü bir anlığına rahatsız edici bir gerçekliğe takıldı; balıklar az önce lime lime edilmiş arkadaşlarından arta kalan parçaları yiyorlardı.
Noghun'un sinir sistemi tümüyle zarar görmüş kepçeağızlıyı sürükleyerek eve dönmesi üç gün kadar sürdü. Zira yaratık çok ama çok ağırdı. En ufak bir tepeden bile çıkarabilmesi için kızak kullanması gerekiyordu ve bu kızaklar taşıdıkları ağırlık nedeniyle genelde birinci kullanımın ardından dağılıyordu. Noghun bu süreçte çevreden yardım isteyemeyeceğini de biliyordu, nitekim kimse böyle bir yaratığın yaşama alanlarına bu kadar yaklaştırılmasını kabul etmezdi.
Uzun süren yolculuğun ardından Noghun bir şekilde hayatta kalabilmiş yaratığı eski ahıra kapatıp evine döndü. Karısına iyi haberi verdikten sonra yıkanmak için girdikleri küvette çılgınlar gibi seviştiler.
Sonraki günler, kepçeağızlı için bir cehennem azabına dönerken Noghun ve Dirith acıma duygularının her gün birkaç damlasını ahırda bırakarak hayatlarına devam ettiler. Her gün acılar içerisindeki yaratığın dilinin ucundan kestikleri parçayla söz konusu ilacı üretiyor, Aghran'a veriyorlardı. Kepçeağızlığının dilinin yenilenme oranı o kadar yüksekti ki akşamın sabahına kendini bütünüyle tamamlıyordu. Lakin geçen günler boyunca Aghran'da hiçbir gelişme görünmüyor, aksine hareketleri saldırganlaşıyordu. Noghun artık vazgeçmeleri gerektiğini düşünürken, Dirith işin erbabı sıfatıyla inisiyatif kullanarak ilacın tarifiyle oynuyor ve her seferinde dozunu yükseltiyordu. Yaratığın gözlerinden akan yeşil yaşlar ve çıkardığı acı dolu sesler Noghun'u yavaş yavaş delirtirken, Dirith gün geçtikçe daha da hissizleşiyordu.
Vahşeti kendi bencilliklerinin bir sonucu olarak ürettiklerini fark ettiğinde Noghun Dirith'i es geçerek kepçeağızlının acı dolu yaşamına huzurlu bir son verdi. Yaratığın son nefesindeki ifadesinin hafızasından silinmesi için yalnız kalabileceği bir yere giderken, Dirith karşılaştığı manzara karşısında sinir krizine girdi. Yaratığın yeni durmuş kalbine ulaşıp söktü, hazırladığı ilacı oğluna kustura kustura içirdi. Aghran'ın ağzındaki ve kendi ellerindeki yeşil kana baktıkça midesi bulandı, tuvalete koşup kustu. Bıraksalar saatler ve hatta günlerce ağlardı ama bakımdan mahrum kalmış kızı çığlık çığlığa bağırıyordu. Gidip kızını kucakladı, oğlunun yanına sokuldu. Sonra öylece oturdu. Aghran gözlerinin içine bakıp elini kalbine koyduğunda kendini hıçkırıklara bıraktı.
"Bazı travmalar saklambaç oynamayı öyle çok severler ki bunda artık usta olmuşlardır. Öyle büyük bir sabırla, öyle büyük bir özenle saklanırlar ki nerede olduklarını bulmayı geçin, bir zamanlar var olduklarını bile hatırlamazsınız."
Hafıza Saklambacı- 5.Uç, W.Nyx
İşte bundan yıllar sonra, zavallı Korsan'ın ölümüyle sonuçlanan kepçağızlı saldırısında Noghun ile Dirith'in birer taş heykel gibi kalmalarına neden olan o travma az kalsın Aghran'ın da canını alacaktı. Komşu evde yaşayan, yarı kör, yaşlı adamın emekli bir asker olması şanstı. Biraz yetenek, biraz da şansla adamın kepçeağızlığının tam gözüne fırlattığı ok günü kurtarmıştı. Yaratık kaçarken, Aghran Korsan'dan arda kalanlara sarılıp ağlarken, Noghun ve Dirith kızlarının kendilerine sarılmaları sonucunda kendilerine gelmişlerdi.
Sonrasındaysa o kepçeağızlıdan öyle çok korkmaya başladılar ki acilen taşınma kararı aldılar. Aghran için mantıklı bir açıklamayı kabul etmek imkânsız olunca da Korsan'ın hayaletinin eve musallat olduğunu söylediler. Söylemlerle yetinmeyen Aghran'ı birkaç ufak oyunla korkutup ikna ettikten sonra en yakındaki bok kokan medeniyete sürüklendiler.
Ele ele selamladıkları ölümle yürürlerken akıllarında çocukları, prangalarında ise kepçeağızlının acıları vardı.